20 Nisan 2014...
Sorunda tam buydu.
Geçmişimizi unutturup resetlediler...
Unuttuğumuz için geçmişimizi, ve resetleyip yok ettikleri için, geçmişin gerçeklerinden uzak, sadece son 10-15-20 yılımıza odaklandırıp, o son dönemide teknolojinin gücüyle istedikleri gibi algılatıp kendi işlerine geldiği gibi görmemizi sağladılar...
Ben sizi gizli, kaçak, çaktırmadan o resetlenen geçmiş gerçeklerimize götüreceğim...
Sessiz olun ve kimseye söylemeyin! Bu gezi kaçak ve gizlidir...
Ama bu gezi gerçeğin taa kendisidir...
İnönü döneminin başı!
Savaş dönemiydi.
Yolsuzluk zirvedeydi. O nedenle ekmek karneyle dağıtılıyordu. Ekonomi’yi savaş şartlarına göre düzenlemek için çıkarılan Milli Koruma Kanunu ile yoksulluklarında ötesinde tam bir sefalet dönemi hakimdi...
Atatürk’ün demokrasi si ve halk’ın rahat ve özgürlüğü bir anda sekteye uğramıştı!
Kanuna göre; Arazisi 40 dönümden az olan çiftçilerin bütün öküzlerine devletçe el konulmuştu!
Tarım ürünlerinin büyük bölümüne devlet tarafından el konulduğu için yoğunlukla Trakya köylerinde açlıktan ölenler olmuştu!
Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından stoklanmak için toplanan buğdaylar depo olmadığı için tren yolu kenarlarında çürümeye terk edilmişti!...
Savaştan önce 9 büyük yandaş vardı kıtlık döneminin ürettiği zengin olarak, savaştan sonra ise bu sayı 40-45 e ulaşmıştı. Dönemin Başbakan’ı Şükrü Saraçoğlu bu durumu itiraf ederek ‘’Zengin ve paralı adamlar için bir sorun mevcut değildir’’ demişti...
Ve paralelinde vurguncu ve stokçu kesimler hızla türeyip büyümeye başlamıştı. Saraçoğlu’nun sonrasında Başbakan olan Refik Saydam’ın evinde çuvallar dolusu stoklanmış mallar bulunmuştu!...
Yani hem ülke gelişsin diye tek bir çivi çakılmamış, dahası halka despotluk ve zulümler yapılmıştı...
1938’de ölen Ulu Önder Atatürk’ün yerine gelen Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü Kendisini Milli Şef ilan etmişti. Basın Kanunu lehte ve aleyhte tek konuşma olmaksızın meclis’te değiştirilmişti!
Gazete ve dergiler bu dönemde toplam 40 küsür kez kapatılmıştı!
1938’in sonları, bugün üzerinde ver yansın yapılan, ağıtlar yakılan Nazım Hikmet Donanma Askeri Mahkemesi tarafından ‘Askeri isyana teşvik’ suçundan 28 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştı. Daha sonra Moskova’ya kaçırılan Nazım Hikmet için CHP yandaşı Cumhuriyet gazetesi tarafından manşete fotografı konulup ‘Tükürün bu adamın yüzüne’ diye yazılmıştı...
Kendisini Milli Şef ilan eden İsmet İnönü despotluğunun ve diktatörlüğünün daha en başlarıydı bu yazdıklarım...
Ve İstiklal Mahkemeleri!..
Evlere şenlik, iki ucu kara bir süreç!..
Sanığın idamına ‘şahitlerin bilahere dinlenmesine’ diye kararların verildiği İstiklal Mahkemeleri!...
Eski kuşağın çok iyi hatırlayacağı, yeni kuşağında, hasbel kader, kıyıda, köşede, arşivlerde sıkışmış ve tesadüfen görürse öğrenebileceği bir durumdu bu bilgiler.
Mustaf Muğlalı olayı vardı!
1943’te Van’ın Özalp ilçesinde 33 kürt köylüsü kurşuna dizilerek katledilmişti!!
Ve benzer bir sürü olay...
Beni en hayrete düşüren olaylardan birisidir Senirkent’te yaşanan dışkı yedirme olayı.
Sene 1947
CHP iktidar! Ve tek parti!..
Demokrat Parti’nin Kooparatif Başkanı birden hükümet tarafından görevden alınır. Isparta Senirkent Bucağı halkı en şiddetli şekilde bu karara karşı çıkar ve Jandarma-halk arasında şiddetli çatışma patlak verir.
Köylü hayatında görmediği işkenceye maruz kalır. Köylüye dışkı yedirtilmiştir!!!
Hem de zorla...
Köylü’nün başındaki şapkalar alınıp o şapkaların içerisine işemeleri istenmiş, sonra da işedikleri şapkaları başlarına geçirtilmiştir zorla!
Dahası;
Bazı köylüler yere yatırtılmış, üzerlerine çıkılmış, üzerlerine binilerek eşşek gibi dolaştırılmıştı.
Evet!
Atatürk sonrası CHP’li İnönü’nün Milli Şefliği dönemleri...
Ve gelelim hala hayatta olan ve o dönemi bir fiil yaşamış insanların anlattıklarına...
Hasan Hüseyin Bağcı(74)
Sivas’ın Şarkışla ilçesinde yaşayan Bağcı o dönemi şöyle anlatıyordu;
‘’Üzerimizde tarif edemeyeceğim bir ağırlık vardı, Menderes döneminde yeniden doğmuş gibi olduk. Bizlerden alınan öşür vergileri o kadar ağırdı ki, harmanımızı kaldırdığımızda buğdayı ölçerlerdi sonrada kendilerininkini alır giderlerdi, bize de ne kalırsa, onu da genellikle alamazdık...
Bizlerde hayvanlarımızı, buğdaylarımızı kaçırıp saklardık, yoksa kışın aç kalırdık.
Asker köye gelirdi, başında takkesi olan varsa onu başından alıp yırtarlardı, takanı da döverlerdi. Bıçak taşımak bile suç sayılıyordu. Karakola alıp ölesiye dövüp getirip köyün önüne atıyorlardı, kimse sesini çıkaramıyordu... Askerden çok çektik, çok dayak yedik. O zaman okuma yazma yoktu. Tek öğrendiğimiz Kuran-ı Kerim’di. Onu da ‘’askerler geliyor ‘’ dendiğinde saklardık. Bulduklarında yırtarlardı, yakarlardı. Okuyanları ve okutanları dayaktan geçirirlerdi, aç, susuz nezaret hanelerde bırakırlardı!!!
Cuma günleri Jandarma camide nöbet beklerdi ezan türkçe okunuyormu diye!
Rabbim o günleri bize ve çocuklarımıza tekrar yaşatmasın.’’